HoŞgELdİnİz CANSEL&BEREN SİTEMİZE
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

HoŞgELdİnİz CANSEL&BEREN SİTEMİZE

cansel elçin beren saat ve hatırla sevgili
 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 CANSEL ELÇİN VE SİNEMA

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
modern-ist
~duygusal admin~
~duygusal admin~
modern-ist


Mesaj Sayısı : 251
Kayıt tarihi : 27/03/07

CANSEL ELÇİN VE SİNEMA Empty
MesajKonu: CANSEL ELÇİN VE SİNEMA   CANSEL ELÇİN VE SİNEMA Icon_minitimePerş. Mart 29, 2007 4:39 pm

....CANSEL ABİM ve sinema
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://canselchin-berensaat.editboard.com
lebi-derya
* hoşgeldim *
* hoşgeldim *
lebi-derya


Mesaj Sayısı : 3
Kayıt tarihi : 02/05/07

CANSEL ELÇİN VE SİNEMA Empty
MesajKonu: Geri: CANSEL ELÇİN VE SİNEMA   CANSEL ELÇİN VE SİNEMA Icon_minitimeÇarş. Mayıs 02, 2007 1:33 pm

Fransa'daki sinema ve dizi sektörü ile Türkiye'yi karşılaştırırsak nasıl bir tablo çıkıyor?

Önce sinema mesleğini tarif etmek durumundayız. Ekibin kendi içindeki uyumu çok önemli, ışıkçısından yönetmenine hatta taksicisine kadar herkes aynı dili konuşmak zorunda. Her kafadan bir ses çıkarsa iş başarılı olmuyor ve sinema sosyal yaşama ve orada bir hayat yaşamanız gerekiyor. Sinema dili dediğimiz şey var ve bu ekiple de bütünleşik bir kavram. Ve aynı zamanda bu dilin bir de eğitimi var. Bu bahsettiğim şey Avrupa'da daha gelişmiş bir olay ama bir taraftan da çalışma ve istek onlarda daha az. Film sayısı orada çok daha fazla bizde ise çok daha az çekiliyor ama iş olsun diye değil. Burada insanlar yaptıkları işten gurur duyuyorlar. Mecburiyetten değil; istekleri ve gönül bağları var. Bu beni çok şaşırtıyor ve aynı zamanda da gururlandırıyor. Bu yüzden de genel olarak bizim filmlerimizde belli bir şiirsellik var, bu da çok güzel. Ve sektörün çok daha gelişeceğine inanıyorum. Örneğin, “Hatırla Sevgili”de çok iyi bir uyumla çalıyoruz ve ekip çok profesyonel. Türkiye'deki insanlar çok çalışkan ve en çok hoşuma giden şey de ufak şeylerden çok fazla mutlu olabilmeyi bilmeleri. Bir diziyi çekerken ya da setteyken bile bu sıcaklığı hissediyorum. Bunları Avrupa'da yaşamanıza imkan yoktur. Türk halkının benliğinde yaşattığı bu sıcaklığı, iletişim kabiliyetini ve güzel özelliklerini bir başka ülkede yaşamanız olanaksız. Mesela, geçen sene “Kırık Kanatlar”ı çekiyoruz, dizi çarşamba günü yayınlanıyordu. Biz de ekip olarak bir köydeyiz ve önceki haftaki bölümü izleyemiyoruz. Çok merak ediyoruz tabi nasıl oynamışız diye. Çay molası verildi; bu arada yönetmenimiz o sırada diziyi izleyen bir evin yakınında durmuş, pencereden diziyi izliyor. Bunu görünce biz de yaklaştık, üstümüzde kostümler falan var tabi. İçerde yaşlı bir kadın diziyi izliyor, bizde evin dışındaki pencereden üçümüz de kendimizi görmeye çalışıyoruz ekranda. Bu arada o bölümde Ayşe karakterini eşkıyalar kaçırıyor, yaşlı kadın o kadar çok heyecanlanmıştı ki kanepede zor duruyordu. Tabi bizim de orada olduğumuzu biliyor, bir ara “Yüzbaşım, yüzbaşım kurtar Ayşe'yi kurtar” diye bağırmaya başladı. Zaten bizde o sahneyi çekiyorduk, teyzeye dedim ki “Merak etmeyin, kurtaracağız biz Ayşe'yi o yüzden buradayız.”.Gülüştük tabi, bu sıcaklığı hissetmek benim için çok güzeldi. Türkiye'ye geldiğim günden beri “yapılacak çok şey var” diye sayıklıyorum. Önümde dağ kadar yapmak istediğim iş var. Bu da duygusal bir bakış açısını beraberinde getiriyor ve çok güzel yapımlar bence. Avrupa'da çekilen filmlerden çok daha güzel projeler var ve oradan gelen kimi küçümseyen eleştirilere de çok kızıyorum. Türkiye'de çok nitelikli işler çıkıyor. Ve görsel olarak, oyunculuk açısından onlardan çok daha üstün. Düşününki beş gün içinde bir sinema filmi uzunluğunda dizi bölümleri çekiliyor ve montajlanmış, jeneriklendirilmiş yani tüm post prodüksiyon işlemleri bitmiş kanala gidiyor. Geçen sene şöyle bir şey yaşadık mesela, bir sahne çektik ve ertesi gün televizyonda izledik. Böyle bir şeyi dünyanın hiçbir yerinde görmedim ben, bu çok güzel bir şey.

“Kelebek” adlı bir de kısa filminiz var, öyküsünü bizimle paylaşır mısınız?

Reklam filmlerim ve tiyatro senaryolarımdan kazandığım parayla, kısa metraj film çekmeye karar verdim. Senaryo sürecinden sonra, sinema sektöründen tanıdığım görüntü yönetmenleri ve bir çok arkadaşımla birlikte toplandık. Öykü, Fransa'daki park sorununa dayanıyordu ve sürekli ceza kesen polislerle ilgiliydi. Hikayeyi kısaca anlatmak gerekirse, bir genç çok önemli bir iş görüşmesine yetişmeye çalışıyor. Arabasını her park ettiği yerde ceza yiyor fakat görüşmeye de yetişmeye çalışıyor. Daha sonra engelliler için ayrılan bölüme istemese de park etmek zorunda kalıyor. O sırada polisler arabanın tam önüne park ediyor. Bunun çok büyük bir cezası var ve mecburen, arabadan çıkarken sakat gibi iniyor. İşe çok geç kalmış olsa da, sonunda ulaşmayı başarıyor. Patronun odasına girdiğinde ise bir bakıyor ki kadın engelli. Komedi tarzındaki filmim yaklaşık beş dakika sürüyor. “Papillion” özgürlüğü simgeler ve aynı zamanda Paris'te bu bahsettiğim arabalara yapıştırılan ceza kağıtları rüzgarda bir kelebeğin kanatları gibi görünür. Aynı zamanda da park etmeye çalışırken resmen kelebek gibi dolaşıyor sokaklarda, böyle bir plan da vardı filmde. Özgürlük ve engelli olmayı çağrıştıracak her ne kadar komedi de olsa içinde dram unsurlarını da taşıyan bir senaryosu vardı filmin.

Türkiye'deki kısa filmciliği takip etme şansınız oluyor mu?

İF festivaline katılma fırsatı bulmuştum Türkiye'ye ilk geldiğim yıl. Onun dışında maalesef, çok yakın takip edemiyorum. Fakat, oradaki filmleri izlemiştim ve aralarında çok iyiler vardı. Benim filmim onların yanında biraz sönük kalmıştı.

Yakın zamanda hayata geçirmeyi planladığınız bir senaryonuz var mı?

Film senaryosu denemelerim var ama şu an detaylandırılmayı, üzerinde çalışmayı gerektiren sayfalar onlar. Komedi türünü çok seviyorum ve Fransa'da özellikle bu türde çalıştım zaten. Orada genelde iki karakter canlandırıyordum onun dışında da komedi tarzında oyunculuk deneyimlerim var. Mesela “Kırık Kanatlar”ın bile bazı sahnelerinde komedi unsuru görmeniz mümkündü. Komedide hoşuma giden en önemli özellik, diyelim filminiz 90 dakika bunun büyük bir bölümü hafif olarak nitelendirebileceğimiz bölümler ve sahneler, fakat son beş dakikada adam bir laf söylüyor ve çok büyük bir dramaya dönüşüyor her şey. Kimi zaman o söz veya duruş sizi ağlatabiliyor da. İzleyici olarak güldüğümüz herhangi bir şey o karakter için çok büyük bir dram olabiliyor. Mesela bir adam çok güzel bir kıza bakarken birden duvara çarpıyor, oradaki adamınsa canı yanıyor, utanıyor. Komedyenler çok daha duygusal diye düşünüyorum. Belki yanlış olabilir ama bunu söylemek istiyorum. Komedi oynayan bir adam drama oynayabilir ama drama oynayan bir adam komedi oynayabilir mi bunu bilmiyorum.
Cinemascope Dergisi - Aralık Sayısıdan Alıntıdır.



2006 - Küçük Kıyamet (film)» Yağmur-Durul Taylan
2004 - L'EQUILIBRE DE LA TERREUR» Jean-Martial LEFRANC
2004 - TU VAS RIRE MAIS JE TE QUITTE » Philippe HAREL
2002 - A PLUS POLLUX » Luc PAGES
2001 - L'ART (DELICAT) DE LA SEDUCTION » Richard BERRY
1999 - LE CŒUR A L'OUVRAGE» Laurent DUSSAUX
1998 - LE DERNIER HAREM » Ferzan ÖZPETEK (Harem Suare)
1997 - IRMA VEP » Olivier ASSAYAS[b]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
CANSEL ELÇİN VE SİNEMA
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
HoŞgELdİnİz CANSEL&BEREN SİTEMİZE :: CANSEL ELÇİN-
Buraya geçin: